Just Do It

Geçenlerde çok ilginç bir olay geldi başıma. İlginç dediğim de bana ilginç, başkası için oldukça sıradan bir durum olabilir. Başıma gelmeyen ama gelmesi muhtemel bir olay sayesinde kendimi çok iyi hissettim. İyi hissetmek belki ne demek istediğimi tam anlamıyla açıklamıyor olabilir. Bunu nasıl anlatabilirim? Kendimi bütün sorunların üstesinden gelebilirim gibi hissettim, en azından bütün sorunlar bir şekilde çözülür diye düşündüm.

Bu bir beklenti değildi, bir şarta da bağlı değildi. Bunu nereden biliyorum? Başıma gelmesini istediğim olay olmadı. Zaten olması da çok düşüktü ama işte olabilme ihtimali benim bir an için etrafı daha renkli görmemi sağladı. Ancak o his, o "amaaan, zaten çözülür" hissi, ne yalan söyleyeyim, güzel bir hismiş, onu anladım.

Her rasyonel insan gibi ben de beni iyi hissettiren bu duyguyu araştırmaya başladım. Amaç, bunun nasıl oluştuğunu öğrenip, sürekli böyle hissetmekti. Bunun için bu duyguya en yakın duyguyu bulmaya çalıştım. Ulaşmaya çalıştığım yer çok da uzak değilmiş. Aslında hepimizin bildiği ve gayet alelade bir olgudan bahsediyormuşum temelde, umuttan. Umutmuş beni mutlu eden, hayata bağlayan.

Çok geçmeden şunu fark ettim, umut elde etmesi kolay ama sürdürmesi zor bir şeymiş ama öyle bir şeymiş ki, hem senden gitmiyor hem de umut ettiğin şeyi gerçekleştirmek için gerekli olan motivasyonu sağlamıyormuş. Tıpkı bir kombinin pilot alevi gibi düşünün. Sonuçta ısınmana yol açan olayların başlangıcı ve onsuz olmaz ama tek başına seni ısıtmıyor. İlk bir kaç gün kendimi çok iyi hissettiğim doğru, o zamanlarda her işi başarabilirim gibi hissediyorsun. Bu çok güzel bir his, gerçekten. Eğer bu hissi sürekli hissediyor ve koruyabiliyorsanız çok şanslısınız. Biraz cahil cesareti, biraz hazırlık, biraz şans ile birleştiğinde devasa bir güç oluşturur bu. Bunu düşününce çevremdeki insanları, özellikle başarılı olanları bir kez daha değerlendirdim.

Çevremde var böyle insanlar, çok da uzakta değiller. Bana en yakın olan isimlerden birisinin bana söylediği bir sözü unutamıyorum. "Kaybetmeyi bir seçenek olarak düşünmedim hiç" demişti bir sohbette ve inanın bu cümlenin içinde kendini övmek yoktu. Kişisel gelişim kitabından alınmış bir pasajdan bahsetmiyorum. Tıpkı "tatlı yemeyi severim" veya "köpeklerden korkarım" der gibi söylemişti o kişi. Bu ne demek biliyor musunuz? Bu yaptığın bir işte ne olursa olsun kazanacaksın demek. Kaybetsen bile. Çünkü kaybetmek eğer sen "kaybettim" dersen gerçekleşir. Hayır, beylik laflar etmiyorum. Şöyle düşünün: bir iş yaptın, herhangi bir iş, illa ki para kazanmaktan bahsetmiyorum ve o işte başarısız oldun. Başarısız oldun ama eğer kaybetmek diye bir şey bilmiyorsan başarısızlık senin için nedir ki? Ciddi soruyorum, nedir? "Bir de şöyle deneyeyim"dir, "bu olmadı şunu yapayım"dır, "bence olur bir daha deneyeyim"dir. Kısacası vazgeçmemektir. Vazgeçsen bile başka bir şey yapabilmektir. Korkmamaktır.

Bu bahsettiğim kişi onlarca düşmanın arasına korkusuzca atlayan Malkoçoğlu değil. Evirip çeviriyor, hesap kitap yapıyor, sonuçlarını düşünüyor. Bunları düşünüp kaybetmeyi düşünmemek bir paradoks oluşturuyor gibi gözükebilir ama buradaki asıl nokta hareketi başlatma ve sürdürebilme kabiliyeti. Yoksa etrafta "onu da yaparım, bunu da yaparım" diyen adam çok.

Şimdi düşündüm de, yapsınlar anasını satayım. Helal olsun, gerçekten. Örnek vermek gerekirse, Arnold Schwarzenegger diye bir abi var. Soyadını google'a sormadan yazabilenin olmadığı bu abi, Avusturya'da yaşayan bir vücut geliştiricisiydi. Hani bizim, üniversitelerin spor bölümlerinden mezun olan kaslı bebeler gibi. Arnold abi, bu bebelerin tersine, gram İngilizce bilmemesine rağmen, ben aktör olacağım dedi, tasını tarağını toplayıp Amerika'ya gitti. Uzatmayayım, oldu da. Sadece aktör de olmadı, adam vali oldu vali. Bildiğin California valisi oldu. İnanılmaz bir hikaye.

Arnold abi gelse bana, aynı tonlamayla ve samimiyetle "Ben kaybetmeyi hiç düşünmedim" dese inanırım. Şimdi bu adamla, yaptığı her hareketi sonuna kadar düşünüp, adım atmadan önce her şeyi hesaba katmaya çalışan biri bir olabilir mi? Peki olası her adımın sonuçlarını tahmin etmeye çalışan biriyle, diğerlerine bakmadan aklına yatan yola bodoslama dalan adam aynı başarıyı sağlayabilir mi? Burada da başarı sadece para kazanmak veya ödül almak değil.

İşte bu kişiler umudu ellerinde oyuncak yapmış kişiler. Hatta umut onlar için minimum öneme sahip, çünkü ısınmak için gerekli doğal gaza, tesisata ve teçhizata sahipler. Bir işi gerçekleştirmek için gerekli olan akıl, beceri, irade gibi kavramlar işin nasıl olacağını belirliyor. Önemli olan yola çıkmak, çıkabilmek. Peki bunu bile beceremeyen insanlar ne olacak? Kaybetmeyi bir seçenek olarak düşünmemeyi "beceremeyenlerden" bahsediyorum. Tam tersine kaybetmekten başka bir seçeneği olmayanlar ne yapacak? Şimdi bunu yazdığımda "nasıl olur" diye düşünüyorsanız, kaşlarınızı çatıp "bu ne böyle?" diyorsanız, tebrikler siz bir başaransınız. Başarılı değil başaran. Bir işte başarılı olmak zorunda değilsiniz ama bir işi bitirmeyi başarıyorsunuz. Başarılarınızın devamını dilerim.

Ne demek kaybetmekten başka çaresi olmamak? Böyle bir şey olabilir mi? Kazanmaktan başka çaresi olmayan oluyor da, tersi neden olmasın? Eğer geleceği görmek gibi bir özelliğiniz yoksa, iki seçenek de başlangıçta aynı oranda olasıdır: ya başarırsın ya başaramazsın. Bir olasılığı görmezden gelmek, onun varlığını iptal etmez. Başarısızlık hala oradadır ama dediğimiz gibi bu kelimenin anlamını bilmiyorsan ne olacak? Tam tersinin olması kadar doğal bir durum olabilir mi? Eğer biri kazanmayı bir seçenek olarak görmüyorsa, bu çok mu mantıksız bir düşünce? Birini normal hatta teşvik edilen bir dünya görüşü olarak kabul ederken, diğerini sağlıksızlık olarak düşünmek neden? Temelde ikisi de bilinmeyene karşı bir tutum içeriyor.

Çünkü insan başarmalı, bir şekilde hayata tutunmalı ve hayatını devam ettirmeli. Ortak karar bu şekilde. Sadece insanlığın değil canlılığın ortak gayesi bu sanırım: Başarmak. Hayatta kalmayı başarmak, türünü devam ettirmeyi başarmak. Türün başaramayan üyesinin hayatta kalması ve soyunu devam ettirmesi insana özgü bir şey sanırım. Araştırmak lazım. Çok ilginç bir durum bu gerçekten, yani şimdi bahsedeceğim konunun sadece insanlığa özgü olduğuna eminim. Bu "başaramayan" insanlara bir şeyleri başartmak için kurulmuş bir sektör var, biliyorsunuz. Eğitimler, kitaplar, seminerler, filmler, videolar hep bu başaramayan kardeşimiz için var. İşin ironisi de başarabilmiş insanların başaramayan insanlara nasıl başardıklarını anlatması.

Konuyu da açtık madem, antiparantez bir şey söylemek istiyorum. Arkadaşlar bu saçmalığa biri dur diyebilir mi artık? Bu kişisel gelişim zırvasına kimse karşı gelmeyecek mi? Bakın açıklayayım. Aslında yukarıda da bahsettim "başarılı" ile "başaran" arasında bir fark var. Bir işte başarılı olmak, o işi hakkıyla yerine getirebildiğini gösterir, bir işi başarmak da o işi yapabildiğini belirtir. İnternette aramayın ben buldum çünkü. Bu ikisi arasındaki fark çok basittir, her başaran başarılı değildir ama her başarılı kesin başarandır. Başarılı olmak için kişinin kendi emeğinden farklı faktörler ortaya çıkıyor, şans gibi. Başaran olmak için ise istek ve irade yeterli oluyor. İstek dediğim başlamak için gerekli olan, irade ise devam ettirmek ve bitirmek için gerekli olan güç. Bu insanlar, bu "eğitimciler" başarılı olmamız için kitaplar yazıyorlar. Yani bizim elimizde bile olmayan bir şeyi bize yaptıracaklar. Asıl saçmalık şu sen zaten başarılısın, en kötü başaransın, doğal olarak istekli ve iradelisin. Ben değilim. Beni nasıl anlayabilirsin? Senin söyleyeceklerin benim işime nasıl yarasın?

Just do it. Kolaysa sen "do". Ulan zaten olay bu, yapabilsem yaparım. Bu anlamama meselesi delirtecek beni. Bazıları yapar, bazıları çabalar, bazıları da yapamaz. Bu neden normal değil? Neden insanların içindeki devi uyandırmaya bu kadar çabalıyorlar? Arkadaşlar insanların içlerinde bir dev yok, gerçekten yok. Bu dünyada kim ne yaptıysa, iyi yada kötü, isteyerek ve irade göstererek gerçekleştirmiştir onu. Ne olursa olsun. Bazı insanlar daha fazla isterler, bazıları daha iradelidir, bazıları şanslıdır... Dolayısıyla bazı insanlar daha büyük işler yapabilir.  Doğal olarak "yüce" bir insanın yüceliği, ona özgüdür. Aynı hareketleri başkası yapsa aynı sonuçları alamaz. O yüzden sizin içinizdeki potansiyeli çıkarmaya çalışan bu kişisel gelişimcilere rahatça siktiri çekebilirsiniz. Çünkü potansiyel dediğiniz isteğiniz ve iradenizdir. Bunlar da çıkmaya çalışan şeyler değildir, ya vardır ya yoktur. Eğer 30 yaşına gelip hala potansiyel falan saçmalıyorsanız size kötü haberlerim var.

Belki burada şunu eklemek gerekebilir. Bazen konuya yönelik istek ve iradede değişiklikler olabilir. Bazı insanların ilgi alanı farklıdır. Doğal olarak bir konuya gösterilen istek diğerine gösterilmeyebilir. Bundan da bahsedelim biraz. Bir insanın  her işe aynı istekle ve iradeyle yaklaşması çok zor. Bunu anlayabiliyorum. Herkesin süregelen ve isteyerek yaptığı bir iş olmalı, bu da kesin. Peki bunu nasıl seçecek? Çünkü eğer belli hayat standartlarında değilse insan, genellikle bir "iş" olur, para kazandıran, elle tutulan; bir de "hobi" olur. Bu "hobi" sanat olabilir, spor olabilir. Bizim ülkeye mi özgü bilmiyorum ama ortak düşünce bu sanırım. "Hobi, para kazandıracak bir şey değildir" diye düşünülür, halbuki ondan para kazanan insanlardan örnek alınmıştır. Dolayısıyla az ama kesin para, çok ama riskli paradan daha mantıklı gözükür. Genellikle riskli ama çok gelirli işler daha çok talep görür, yani daha çok istenir. Ancak, işte, bazen istediklerini yapamaz. Bazen de insan ne istediğini bilemez. Hayat şartları, amaçsız yetiştirilme gibi faktörler bunda etkili olur. Dolayısıyla insan her zaman istediği şeyleri yapamaz. Eğer şartları kurtarmıyorsa, istek ve iradeyi işi yapacak seviyeye kadar, fazlası değil, çıkartılıp başaran olarak hayata devam edilir.

Ulan buraya kadar yazdık, şimdi aklıma geldi. Bir özellik daha vardır ki, bence başarılı olmak için gerekli en önemli özelliklerden biridir: Adaptasyon. Konumuz çerçevesinde bunu şu şekilde özetleyebiliriz; adaptasyon, istek ve iradeyi her işte maksimize edebilme halidir. Bazı insanlar bir işte değil, her işte başaran olabilirler. İyi ya da kötü. "Öğrenmenin yaşı yok" atasözünü kesin bunlardan biri çıkarmıştır. Aslında çoğu "yüce" insan bu özelliğe sahiptir, olması da gerekir. Bunu her işi yapabilmek olarak anlamak doğru olmaz, sadece girilen her işin en sevilen işmiş gibi istenip, sürdürebilmekten bahsediyorum. İlla usta olunmak zorunda değil.

Bundan bahsetmeyecektim aslında, konu biraz dağıldı. Daha çok bu "kaybetmekten başka çaresi olmama" durumunun umutla birleştiği zaman oluşan yıkımdan bahsetmek istiyordum. Umut, arkadaşlar, böyle insanlar için çok tehlikeli bir kavramdır. Aslında biliyor musunuz, umut genel olarak çok tehlikeli bir kavramdır. En güzel örneği Açlık Oyunları adlı filmde geçiyor. Bu distopik bir gelecekte geçen filmde, insanlar belli sektörlere bölünmüş ve açlık ve sefalet içindeler. Ülkenin başındakiler de sonsuz şatafat içinde, saçma sapan giysiler, makyajlar falan. Gladyatör arenası tarzında bir de oyunları var, her sektörden bir gönüllü çıkıyor ve birbirlerini öldürerek birinci olmaya çalışıyorlar. Birinci olanın sektörü yemek mi alıyor para mı alıyor, tam olarak hatırlamıyorum ama komple herkese bir ödül var. Neyse, bu ülkenin başkanı filmin bir yerinde "eğer ayaklanmalarını istemiyorsanız, onlara umut verin" tarzı bir şey söylüyor. Çünkü "her şey çok güzel olacak" düşüncesi olmazsa insanların ayaklanmaktan başka çaresi kalmaz. Öyle söylüyor filmde ve doğru. Umut bir nevi kendini rahatlatma mekanizması olarak çalışıyor, aynı yazının başında söylediğim gibi, "zaten çözülür her şey" dedirtiyor.

Benim iki sorum var burada. Nasıl çözülecek ve daha önce neden çözülmedi? İki soru birbirinden farklı değil. Bilsek zaten nasıl çözeceğimizi önceden çözerdik problemimizi değil mi? Burada da zaman faktörü devreye giriyor. Bu da umudun bitmeyecek bir şey olduğunu da kanıtlıyor. Çünkü geleceğe yönelik bir plan var ama ne zaman belli değil. Şimdiden sonsuza kadar herhangi bir süre zarfında her şey çok güzel olabilir. Ancak hayat böyle değil, değil mi? Bazen hiç çözülmüyor çözülmesi gerekenler. Hevesimiz kursağımızda kalakalıyoruz. Lakin umudun gücü de burada devreye giriyor ve bizi başka şeylere heyecanlanmamızı sağlıyor. Çünkü sanırım bir umuttur yaşatan insanı. Kelimenin tam anlamıyla.

Yazının başında umudun sadece pilot alevi olduğunu söyledim. Belki de başka bir şey demeliydim çünkü şöyle de saçma bir durum söz konusu: Umut tek başına bir işe yaramadığı gibi, yalnız kalınca da zarar veriyor. Bir şeye çok hevesleniyorsun ama onu yapabilecek yeteneğe sahip değilsin. Sahip olsan bile zihinsel olarak hapsetmişsin kendini, ki bu yapamamaktan çok daha kötü. Bu "yapsam ne güzel olur"lar, bir zaman sonra "sanırım yapamayacağım"lara, daha sonra "ulan gene yapamadım, ne biçim bir insanım"a kadar gidiyor. Bir zaman sonra umut ettiğin şeyler azalıyor, beklentilerin de o ölçüde düşüyor. İşte arada bir seni heyecanlandıran bir düşünceye tutunmaya çalışıyorsun ama şu zamana kadar yapamamış olman, düşünmene yol açıyor. "Şimdi nasıl yapacağım?" Büyük ihtimalle yapamayacaksın ama denemen lazım ya gene de, denemiyorsun bile. Suçluluk, öfke, pişmanlık ve utanç zihnini sarıyor ve ördüğün duvarları sağlamlaştırıyor.

Herhalde öyledir yani. Sanırım. Galiba. Bilmiyorum, görmem gerekiyor. Tek bildiğim "yapamamak" bir hastalık değil, bir seçenek de değil. Ecnebilerin dediği gibi "state of mind" yani zihnin durumu. Sen zihnini nasıl konumlandırıyorsan hayata karşı, o derece "başarılı" oluyorsun. Arnold veya o tanıdığım kişi kaybetmeyi bilmiyorsa, diğeri de kazanmayı tanımıyor. Birini överken, diğerini yeremezsin.İkisi de tehlikeli durumlar ama işte birincisinin kazanma ihtimal fazla.

Umut tehlikelidir arkadaşlar dediğim o. Bazı insanlar umutsuzluğa, yersiz veya doldurulamayan umutlarla giderler. Umutsuzluk da komple karanlık. O yüzden, işin için çıkamayana kadar savaşmaya devam. Sonrasını düşünürüz.

Kalın sağlıcakla.


Yorumlar