Olduramamak

Nasıl olacak bu işler?

Hiçbir fikrim yok. Bendeki bu geçmişe özlemin kaynağı nedir acaba? Ne zaman ayaklarım yere basacak, ne zaman tatmin olacağım? Tatmin duygusu uzun zamandır hissedemediğim bir duygu. Aslında tatmin olmamak başarılı insanların sahip oldukları bir özellik. Bir fikir oluşturuyor, onu hayata geçiriyor, takdir de alıyor yeri gelirse, para bile kazanıyor ama mutlu olmuyor. Daha iyisini yapabilirim diyor. Benim durumum biraz farklı, ben hayata geçirmediğim her fikrin, ki bu çoğu zaman bütün fikirlerim anlamına da geliyor, başarısızlığını tadıyorum. Yapamadıklarım için değil, bilerek ve isteyerek yapmadıklarım için, "ulan gene olmadı be" diyerek üzülüyorum. İçten içe vicdan azabı çekiyorum.

Niye yapmıyorsun? Bilmiyorum. Çaresizlik diyebiliriz. Uf, böyle söyleyince de çok acıların çocuğu moduna girdim. Yok arkadaşlar, durum öyle değil. Eğer halk arasında karabasan diye bilinen uyku terörüne aşinaysanız bahsettiğim çaresizliği anlayabilirsiniz. Evet, kimse tutmuyor sizin elinizden kolunuzdan ama kıpırdayamıyorsunuz işte. Korku bütün bedeninizi sarıyor ve öylece geçmesini bekliyorsunuz. Bu da çok enteresan bir olgu aslına bakarsanız. Bu hareketsizlik durumu...

Öyle bekliyorum zamanın geçmesini. Dur şu hayatın bir ucundan tutayım, dur kaderimi kontrolüm altına alayım, yok. Devamlı bir geçmişe özlem. Mesela günün bazı dönemlerinde, geçmişte bir süre yaşamış olduğum Ankara'nın belli bölgeleri geliyor aklıma. Hiç öyle manevi değeri olan yerler değil, mesela bir sokağın başı, bir yaya geçidi, serviste dışarı baktığımda gördüğüm trafik... Durup durmadık yerde aklıma o sahne geliyor ve ben çok özlüyorum. Sadece Ankara'yı değil, şu zamandan öncesini hep çok özlüyorum. Eğer doğru hatırlıyorsam özlediğim zamanlarda da, ondan önceki zamanları özlüyordum. Bu kadar yoğun olmasa bile.

Bir çocukluğa dönme isteği hakim bende. Salt olarak dönmek değil aslında, bu zamana kadar edindiğim tecrübeler ve bilgiler de benimle gelecek. Öyle büyümüş de küçülmüş gibi gezeceğim etrafta. Tabii ki temel amaç, o zaman yaptığım hataları tekrar yapmamak. Gerçi eğer o hataları tekrar yapmayacaksam an itibariyle edindiğim tecrübeleri nasıl edineceğim? İşte size mis gibi bir zamanda yolculuk paradoksu. Yok öyle değil, geçmişe dönüp kendimi göremeyeceğim. Tekrar başlamak gibi bir şey benim dediğim, başka bir yoldan gitmek isterdim. Acaba o yoldan gitseydim hayatım nasıl olurdu?

Bu geçmişe dönme isteğinin, ilerlemekten korkma olarak da tanımlanabileceği doğrudur. Olabilir. Başka şeyler de olabilir mesela, şu anki durumumdan zerre mutlu olmadığım gibi. Yaptığım seçimlerin beni getirdiği bu yerden hiç memnun değilim. E değiştiremeyeceğin şeyleri ne kafana takıyorsun, diye soran olursa yanaklarını sıkıp "Aferin ne güzel sorular soruyorsun öyle sen." derim. Yaparım bunu.

Değiştiremeyeceğimi biliyorum. Mesele o da değil zaten. Benim soru(nu)m daha temel. Evrimle alakalı. Bakın, evrim dediğimiz şey, bir canlının hayatta kalabilmesi için en optimal şekilde kendini etrafına adapte etme halidir. Doğal bir süreç bu, kendini en iyi adapte eden genler de nesiller boyu yaşamaya devam etmiş. Şimdi ben düşünüyorum, bu mudur benim evrimim? Gelebileceğim en iyi yer burası mı? Eğer burasıysa benim çocuk yapmam yasaklanmalı. Burası da çok garip, bu insan denilen türün doğada başka bir hayvan olsa çoktan ölecek bir üyesi, genlerini aktarmaya devam ediyor. Görüyoruz ki insan çevreye adapte olmuyor, çevreyi değiştiriyor. Bu agresif tutum bizi besin piramidinin en tepesine çıkarmasın da ne yapsın?

Konudan sapmayalım. Ben bu geldiğim noktadan memnun değilim arkadaş. İsterseniz adına kibir deyin, isterseniz başka bir şey, ben çok daha farklı bir noktada olmam gerekiyordu. Allah'ına kurban be! "Olmam gerekiyordu"... Evet, gerekiyordu. Gerçekten samimi düşüncem bu. Nasıl vardın bu sonuca? Bilmiyorum. Çok komik ama beş dakikadır düşünüyorum bu sorunun cevabını. Belki ailemin konumundandır. Peh, sanki aristokratız. Çok klasik bir üst-orta kesim muhafazakar bir Türk ailesinden geliyorum. Okumuş insanlar tarafından büyütüldüm ama belli bir yetiştirme planı yoktu. En azından öyle gözüküyor. Koç ailesi değiliz yani.

Belki kendime yediremiyorumdur. Böyle olmamalıydı sanki. Bazen olanla mı yetinemiyorum acaba diyorum. Beni seven bir eşim ve başımı sokacak bir evim var. Karnım aç değil. Zaten mesele de bunlar değil. Beğenmiyorum ben bu halimi, içinde bulunduğum bu keşmekeşliği, bu acizliği... Çocuğum olsam sevmem, ben bana kızımı vermem. Kötü birisi miyim? Sözlük anlamıyla baktığında kötü değilim ama sizi iyi de yapmam. Böylece kötülük mü yapmış olurum?

Hadi değiştir. Değiştir kendini, değiştir hayatını. Hadi, gerçekleştir kendini. Gökkuşağı renkleriyle boyansın her yer. Mutlu ol, mutlu et. Eğer kendini sevmezsen, insanlar seni sevmez. Dım-dı-dım-dım...

Garip bir ikilemdeyim. Ben istediğim için mi bu haldeyim yoksa başka bir çarem yok mu? Kadercilik gibi de değil gibi de... Bence ikisinin ortası, ben yanlış seçimler yaparak doğru seçimler yapma yeteneğimi kaybettim. Belki kendimi öyle bir duruma sokmuşumdur ki, artık gidecek bir yerim kalmamıştır. Bütün kapılar kapalıdır, hem de bu kapıları kendim kapatmışımdır. Yani ya güçsüz doğdum ya güçsüz oldum. Sonuçta buradayım. Bir yere gidemiyorum, ne ileriye ne geriye.

O yüzden bazı geceler rüyamda farklı kararlar alsaydım olacakları görmek istiyorum. Sonuçta rüyada geçen zaman normal zamandan daha uzun (inception'un hastasıyız). Dualar ettim bu olsun diye ama ne yazık ki olmadı. Ne olurdu ki, işte her gece farklı bir senaryoyu işlesek, her biri de şu ana kadar gelse? Ben de hata mı biter? Belki de yaratıcı zaten çok ısınmış olan contaları tamamen yakmamdan korkmuş olabilir. Sonuçta böyle bir şey olursa ben 24 saat uyumak isterdim.

Muhtaç olduğum kudret damarlarımdaki asil kanda mevcut değil. Kontrol ettim.

Ha bir de doğum sancıları var. Uf, annemin meşhur lafıdır. Doğum sancıları. Eskiden, daha küçükken yine böyle daralmalar yaşıyordum. Şimdiki gibi net bir şey de söyleyemiyorum. Ne zaman açılsam anneme, ki bu çok ender görülen bir olaydı, annem bu hissettiklerimi "doğum sancıları bunlar" diye yorumlardı. Güzel bir şey olacak yani. Ben bu daralmadan bir genişlik çıkartacağım. Olay bu. Kendimi bildim bileli doğuruyorum yani anlayacağınız.

Anneme şimdi gitsem "ölü doğdu bu çocuk" mu desem? Ne der acaba? Annem çok ilginç bir insandır, o kadar ki annemin özelinde bir yazı yazabilirim. O kadar enteresan bir kişilik. Anneme hissettiklerim çok karışık. Sevgi, öfke, merhamet, acıma... Hepsini beraber hissediyorum anneme. Bana da çok kötü bir örnek. O, benim tersime, içinde bulunduğu pozisyonu sürekli pozitife çevirme peşinde. Bunu inkarla, dış faktörlerle ve "olumlu düşünmeyle" yapıyor. Değiştiremeyeceği hiçbir şey onun konusu değil. Değiştirebildiklerinin ise sadece işine gelenlerle ilgileniyor. Kötü örnek olan kısmı, hiç vazgeçmemesi. Bazı zamanlar "anne ne yapıyorsun, Allah'ını seviyorsan artık bırak bu çabayı." demek istiyorum. Çünkü çok utanç verici. O inkar etme, o devamlı pozitif kalma hali... Gömdük gibi oldu ama aslında en iyisini o yapıyor. Keşke ben de annem gibi yapabilseydim. Eğer okuyorsan buraları anne bil ki neden böyle yaptığını biliyorum, anlıyorum ve seni çok seviyorum.

Kızıyorum ama seviyorum. Yapacak bir şey yok. Aslında annemden bahsettiğim kadar babamdan da bahsedebilirdim ama istemiyorum. Konuyu aileme bağlamaktan korkuyorum. Kimsenin suçu değil bu, onun suçu değil bu, kader oyunu değil bu, bu benim suçum. Şarkıyı da araya sıkıştırdık. Bu kimse okumayacak düşüncesi ayrı bir rahatlık veriyormuş insana.

"The devil finds works for idle hands" diye bir söz var. Ecnebice. Türkçesi şöyle çevrilebilir: "Allah boş duranı sevmez". Onların ki daha janjanlı tabi. Belki olay budur. Belki düşünecek kadar boş vaktim olduğu içindir. Yani iki işte çalışsam ama böyle fiziksel güce dayalı işlerde, belki bunları hiç düşünmeyeceğim. Hemen bütün eğitimimi ve kariyerimi çöpe atıp inşaatta çalışmalıyım. Belki biri ya da bir şey kovalasa beni, yapacağım bir şeyler. Lakin hayat da böyle bir şey değil. Bu arada kariyerim ve eğitimim benim için Schrödinger'in kedisi gibi. Aynı anda hem var, hem yok. Tamamen izleyiciye bağlı.

Saçmaladım. Hadi bitireyim artık. "Ne anlattın sen bre zeka-ül geri?" derseniz anlarım, çünkü ben bile bilmiyorum ne anlattığımı. Belki siz bilirsiniz ne olduğunu.

Görüşürüz.

Yorumlar