Babalık Üzerine

Bugün babalık konusunu konuşmak istiyorum. Yazımın başlığını neden ebeveynlik üzerine değil de babalık üzerine seçtiğimi merak edenler olacaktır. Etmeyenler için de açıklamam gerekirse, anneliğin ve babalığın birbirinden çok farklı kavramlar olduğunu düşünüyorum ve bana anneliği anlamak mümkün değil gibi geliyor. Bunun sebebi anneliğin içinde psikolojik olduğu kadar fizyolojik etmenler, içgüdüler, bağlılık ve bağımlılık gibi konular da var. Çocuksuz bir erkek olarak babalığı da anlamam mümkün değil gerçi ama en azından ileride bu konuyla ilgili bir unvanım olacaksa o da "baba" olacağı için kendimi bu tarafa daha yakın hissediyorum ve bu konuda konuşmaya kendimde hak buluyorum.

Yazıya devam etmeden önce herkesin cinsiyet eşitliği hakkındaki düşüncelerini bir kenarda bırakmasını istiyorum. Bu yazı bir cinsiyeti diğerinden üstün görmeyecek veya kötülemeyecek. Bir düşünceyi savunmayacağım ve sosyal bir yaraya parmak basmak istemiyorum. Aynı zamanda bu bir ebeveyn rehberliği olarak da görülmesin. Yazımda sadece erkekler ve babalardan bahsedeceğim. Bu kadını ve annelik kavramını küçümsediğim anlamına gelmemekte. Sadece babalık hakkında konuşmak istiyorum. Başka bir şey yok.

Devam edelim.

Baba olmak ne demektir? Bu sorunun cevabı çok basit değil. Önce baba nasıl olunur ondan bahsedelim. Yukarıda annelikten anlayamama nedenlerimden bir tanesi olarak fizyolojiyi saydım. Bu tabi ki çocuğun anne karnında geçirdiği dokuz ayı ve sonrasında gerekli olan anne sütünü kapsıyor. Baba olmanın da bittabi fiziksel gereksinimleri var. Ancak buradaki en ilgi çekici detay kadının ve erkeğin, ilgili unvanı alma süreci. Bu süreç kadında dokuz ay, erkekte ortalama on dakika sürüyor. Bir kadın hamile kalıyor ve bu hamileliği süresince mide bulantısı, çeşitli ağrılar, hormonlardan kaynaklı buhranlar, türlü zorluklar yaşıyor. Bir erkek bu süre boyunca herhangi bir fiziksel sıkıntı çekmediği gibi tam tersi onu baba yapan süreç ona zevk veriyor. Hatta bu süreç zevkli olmak zorunda. Örneğimizin sağlıklı olması açısından bu ilişkinin kadının hamileliği sırasında erkeğe eziyet çektirmediği kadar saygılı ve herhangi bir ihtiyacın eksik kalmadığı kadar güçlü maddi imkanlara sahip olduğunu farz edelim.

Sonuç olarak baba, hamilelik sürecinde baba olmaya dair çocuk sebepli bir zorluk çekmiyor. Anne ise bu sürede yaşadığı sıkıntıların karnında taşıdığıyla ilgisi olduğunun bilincinde ve her gün aynı mesajı alıyor: Bu çocuk beni zorlayacak. Ben zorlanıyorum ve bunun sebebi de çocuğum. Burada şunu söylemekte fayda var, bu bir kin oluşturmak zorunda değil. Akıl sağlığı yerinde bir anne, mide bulantısı yaşadığı veya beli ağrıdığı için çocuğundan intikam almak istemez. Benim kastettiğim şu ki, anne çocuğun oluşturacağı potansiyel zorluklarla baş etmeye, babadan dokuz ay önce başlıyor. Dokuz ay uzun bir süre, bazı düşüncelerin oturması ve alışkanlığa dönmesi için gayet yeterli. Çocuk doğduktan sonra çiftlerden birinin tolerans kondisyonu çok sağlamken diğeri ilk defa koşacak aşırı kilolu birinin kondisyonuna sahip. Baba çocuğu kucağına alıyor ve maraton başlıyor.

İpler de zaten bu noktada kopuyor: Baba çocuğu kucağına aldığı zaman. Çünkü bir erkek işte o zaman baba oluyor gerçek anlamıyla, çocuğu kucağına aldığı zaman. Aslında teknik olarak her türlü baba olsa da, ilk defa baba olduğunu orada fark ediyor diye düşünüyorum. Tabi ki hamilelik sırasında kurulan hayaller ve psikolojik hazırlanma söz konusu olabilir. Özellikle daha bilinçli ailelerde. Ancak örneği devam ettirmek gerekirse, maraton için antrenman yapan birisiyle nasıl koşacağını kitaptan okuyan birisi bir olur mu? Kimsenin bu duruma gerçek anlamıyla kendini hazırlayabileceğini zannetmiyorum. Baba çocuğu kucağına aldı ve bağ orada başladı. Çocuk eve geliyor, yaptığı ilk şey ağlamak. O bir bebek, ağlamak kullanabildiği tek iletişim yöntemi. Çocuğa bakmaya başlıyorlar. Daha büyütme aşamasına çok var, önce bakımını yapacaklar. Bu arada hem annenin hem babanın çocuk bakımında rol oynadığını farz edelim. Baba da en az anne kadar çalışıyor.

Doğal olarak bir süre sonra baba yorulmaya başlıyor. Hem psikolojik hem de fiziksel olarak. Çünkü bakması gereken bir tek çocuk yok, partneri ve kendisi de var. Bunların hepsini bir arada yapabilecek kondisyona sahip değil. Baba burada bir çıkış noktası bulmalı yoksa çökecek. Burada gelenek, görenek ve adetler işin içine giriyor ve baba bazı kararlar alıyor. Bunlardan birincisi, çocuğa bakmak annenin görevidir tezi. Bu tezde baba eve sağladığı ekonomik gücü de arkasına alarak işlerinde ne kadar yorulduğunu belirtiyor ve çocuk bakımından kendini çekiyor. Diğer karar, baba çocuğu hayatının merkezine koyuyor ve eşini devreden çıkartıyor. Son olarak baba hem çocuğuna hem de eşine yapabildiği ölçüde ilgi gösteriyor ama bu süre zarfında kendisini unutuyor.

Bu üçünden biri olmak zorunda diye düşünüyorum. Üç tarafa da aynı ilgi ve alakayı göstermek imkansıza yakın. Tabi ki doğal olarak hiç kimseye ilgi gösterilmeme şansı da var. Onu zihinsel rahatsızlık olduğu için hesaba katmıyorum. Her türlü seçenekte bir kişiyi feda etmek gerekiyor. İşte sorumuzun cevabı da burada yatıyor bence, baba olmak feda etmektir. Kimi feda ettiğin de nasıl bir baba olduğunu belirler. Eğer sen eşini ve çocuğunu feda ediyorsan, bağlanma sürecinde yanında olmadığın için çocukla sağlıklı bir ilişki kuramıyorsun. Aynı zamanda zaten düşük olan kondisyonun daha da düşüyor ve ileride yaşayabileceğin zorluklar karşısında daha güçsüz oluyorsun. Eşini yalnız bıraktığın için ilişkinin zedelenmesi de cabası. Eğer çocuğunla ilgilenir, eşini bırakırsan onu kaybedebilirsin. Evet çocuğunla iyi bir ilişki kurabilirsin ama evliliğin sıkıntıya girebilir. Kendini bırakırsan depresyon işten bile değil. Bu durumda kimseye yarar gösteremeyebilirsin.

Çok iddialı mı geldi? Evet, abartı sanatını kullanmış olduğumu inkar etmiyorum. Tabii ki herkesin dayanma süresi, gücü, şekli birbirinden farklı. Üzerinde durulması gereken nokta baba, anneden daha fazla zorlanmak zorunda olması. Zorunda olmak diyorum çünkü, dediğim gibi, koşucu örneği. Baba zorlandığı zaman iki durum meydana gelebilir. Birinci durumda baba çocuktan uzaklaşabilir. Bazı insanlar kaybedeceklerini düşündükleri kavgalara girmezler, bazıları hata yapacaklarından korktuklarından yanaşmazlar, bazıları da tahmin ettiklerinden daha fazla zorlandıkları zaman geri çekilebilirler. İkinci durumda baba çocuktan uzaklaşmayabilir. Bu durumda ya zorlanmasını bir eksiklik olarak görüp kompleks geliştirmesi ya da anneyi kıskanıp çocuğu anneden bilinçaltı olarak soğutması beklenebilir. Dip not olarak not düşmeliyim ki, bu söylediklerim, burada anlattığım kadar dramatik gerçekleşmeyebilir. Bunlar yaşanmayabilir de. Sadece "ne olursa ne olabilir" sorusunun cevabını vermek istiyorum.

Toparlamak gerekirse babalık, olmak için zevk aldığın ve zevk aldığın andan çocuğu kucağına aldığın ana kadar herhangi bir fiziksel zorluk yaşamadığın (en azından anne kadar), psikolojik olarak kendini hazırlamanın neredeyse imkansız olduğu (gene anne kadar), bunlara ek olarak herkesin senden inanılmaz bir sorumluluk beklediği erkeğin belki de en aciz olduğu anlardan biri. Tersi gibi en güçlü olması gereken an da tam bu an. Bilinçli bir erkeğin babalık sürecinin çok zorlu geçtiğini ve geçmesi gerektiğini düşünüyorum.

Okuyucularım arasında analiz yeteneği yüksek olanların bu yazıdan çıkarabileceği bir kaç gözlemi olabilir. Babalıktan korktuğum, kendi babamla problemler yaşadığım gibi... Ne çıkartıyorsanız hepsi doğru ve aynı zamanda hepsi yanlış. Doğru çünkü bunların hepsi benim düşüncelerim dolayısıyla illaki kendi babam da işin içindedir. Yanlış çünkü belki benim hakkımda yaptığınız analiz aslında sizin kendinizle ilgili sorunlarınızı görmenizi engelleyen savunma mekanizmanız olabilir. Olamaz mı?

Babalık konusunda yazacaklarım bu kadar değil ama bu yazı için bu yeterli bir uzunluk oldu diye düşünüyorum. Bir sonraki yazımda babanın büyütme esnasında yaşayabileceğini düşündüğüm zorluklardan bahsedeceğim. Peki siz ne düşünüyorsunuz? Babalık hakkında yorumlarınızı yazmaktan çekinmeyin.

Kalın sağlıcakla.


Yorumlar