İlişki Kavramı

Bugünkü yazımda insanlığın gereğinden fazla değer verdiği bir kavramdan, ilişkilerden bahsetmek istiyorum. İlişki dediğim zaman romantik ilişkilerden değil, bunu da içine alan kümenin tamamından bahsediyorum. Aslına bakarsanız, romantik ilişkilerin diğer ilişki türlerinden (arkadaş ilişkisi, aile ilişkisi) daha fazla popüler olmasını anlamak güç değil. Ancak ben bütün ilişki türlerinin aslında aynı olduğunu ve aynı öneme sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bütün ilişkiler temelinde üç ana maddeden oluşuyor: Saygı, sevgi ve güven. Birazdan bunlardan tek tek bahsedeceğim.

Bahsetmeden önce ilişkinin anatomisini daha iyi anlayabilmek için bir analoji vermek iyi olacaktır. İlişkiyi bir sac ocağına benzetirsek (bkz. sac), ayaklarını da saydığım bu maddeler (saygı, sevgi ve güven) olarak düşünelim. Bu sacın altına koyulacak ateşe ilişki kurmak için gerekli olan istek/motivasyon dersek, geriye bir tek ocağın üzerine koyacağımız malzemeler kalıyor. İşte ilişkilerin türünü belirleyen bu malzemeler diyebiliriz. Eğer biz romantik bir ilişki istiyorsak, ocağa şehvet koymalıyız. Eğer arkadaşlık istiyorsak, ortak alanlar, zevkler koymalıyız. İş arkadaşlığı için ortak hedefler ve zaman geçirmek, silah arkadaşlığı için sırt sırta vermek, canını emanet etmek... Örnekler arttırılabilir. Önemli olan bu ocağın bu üç ayağı olmadan ayakta kalamayacağı, ateş olmadan içine koyulan malzemeyi pişiremeyeceği ve her tarif için o tarife uygun malzemelerin kullanılması gerektiği. Şimdi bu saydıklarımı ana başlık olarak alalım ve daha detaylı açıklayalım.

Saygı

Önce bu maddeden başlamam tesadüf değil. Her ne kadar üç ana madde desek de, saygı diğer maddelerden bir tutam daha önemli. Çünkü istisnasız her ilişki de olması gereken, eksikliği büyük sorunlara sebep olan ve hiç taviz verilemeyecek bir şey bu. Aynı şey sevgi ve güven için geçerli değil. İş arkadaşına büyük sevgi beslemen veya sonuna kadar güvenmen gerekmez ama saygı göstermemek gibi bir seçeneğin olmaması gerekiyor.

Önce saygıyı tanımlayalım. TDK saygıyı şu şekilde tanımlar: "Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu". Bence bu oldukça eksik ve yanlış anlaşılabilir bir tanım. Çünkü rahatsız etmek ucu çok açık ve suistimal edilebilir. Örnek verelim: Birinin sizin farklı düşündüğünüz konuda yorum yaptığını düşünelim. Yaptığı yorum sert olabilir veya bu kişi bir otorite figürü olabilir, fark etmiyor. Bu tanıma göre bizim bu düşünceye karşı argüman, yorum veya itiraz etmememiz gerekiyor çünkü karşımızdaki bundan rahatsız olabilir. Bu oldukça tehlikeli bir durum çünkü, iletişim saygısızlık değildir ve tartışmak iletişimin bir parçasıdır. Peki eğer saygıyı tanımlayacaksak bunu nasıl yapabiliriz? Benim düşüncem şu şekilde: saygı, kişinin davranış biçiminden, düşüncelerinden, inançlarından ve duygularını gösterme şeklinden daha farklı davranışlar, düşünceler, inançlar ve duygular olduğunu bilmesi ve kabul etmesidir. Bir diğer deyişle, saygı karşımızdakine, olaylara ve durumlara bağlı değil bizim kendi içimizde sahip olmamız gereken bir yetenek. Burada bir şeyi açığa kavuşturmak gerekebilir. Burada bahsettiğim karşı tarafın söylediklerine veya yaptıklarına tolerans göstermek, katılmak, benimsemek, hak vermek değil. Eğer bize uymayan bir görüş sunulduysa bizim sorumluluğumuz, bu görüşün varlığını inkar etmemek olacaktır. Sen bunu düşünebilirsin demektir. Bunun için karşımızdaki kişinin "bizden" olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Ben farklı düşünüyorum ve davranıyorum, o farklı düşünüyor ve davranıyor.

Bundan sonrası kişinin karşısındakinin aksiyonlarına karşı nasıl bir tutum sergileyeceğine kalıyor. Katılabilir veya karşı çıkabilir. Karşısındakinin fikrini değiştirmeye çalışabilir ancak farklı fikirlerin olabileceğini, bir diğer deyişle kendi fikrinin doğru (en doğru) fikir olmadığını düşünen kişi zaten kendi fikrini başkasına empoze etmekten çekinecektir. Fikirler sadece paylaşılacak, insanlar bu paylaşılan fikir arasında özgürce seçim yapabileceklerdir. Bu yüzden ilişkileri bir savaş alanına çeviren olduğu gibi kabul etmemenin ve fikir ayrılıklarından oluşan çatışmaların sebebi saygısızlık olarak düşünülebilir.

Sevgi

Bu kavramı konuşmak oldukça zor. Çünkü sevgiyi tanımlamak zor. Sevginin kendisini tanımlamak zor değil elbette ama sevginin ne anlama geldiğini kolay bir şekilde anlatamayız. Selvi Boylum Al Yazmalım (1977) filminde yer alan ünlü repliği düşünelim: "Sevgi neydi? Sevgi emekti." Gerçekten öyle miydi peki? Emeksiz bir sevgi olamaz mı veya her sevdiğimize emek mi harcamamız gerekiyor? Bana göre hayır. Hatta bana göre en güzel sevgi, efor harcamadığın, kendiliğinden gelişen ve doğal olan sevgidir. Peki bunu doğru bir sevgi tanımı olarak düşünebilir miyiz? Cevap gene hayır. Sevgi merhametli olmak olabilir, zaafın olması olabilir. Sevgi dokunmak olabilir, dokunamamak olabilir, her şey olabilir.

Bunlar göz önünde bulundurulduğunda sevginin anlamının kişiden kişiye göre değiştiği sonucuna varabiliriz. Bizim burada yapmamız gereken karşımızdakinin sevgiye verdiği anlamı anlamaya çalışıp, bize uygun olup olmadığına karar vermemiz. Aynı şekilde bizim sevgiye verdiğimiz anlamı karşıya anlatabiliriz, anlatmalıyız da, önemli olan aynı frekansta buluşabilmek. Şahsi düşüncem kimi nasıl sevdiğini anlamanın önemi çok yüksek. Böylelikle insanlar sevilmediklerini düşünmezler veya sevildiklerini görmek için karşı tarafı zorlamazlar. "Beni sevdiğini göremiyorum, beni sev, şu şekilde sev, bu şekilde sevme" demek ya da ima etmek sadece ilişkiyi zedeler çünkü hali hazırda sizi seven insanın anlaşılmadığını düşünmesine yol açabilir. Burada yapacağımız yegane şey, karşımızdaki insanın sevgisini gösterme şeklinin bize uyup uymadığını anlamak olabilir. Çünkü bahsettiğim anlaşılmama hissi kendini, özgüvensizlik, öfke, pişmanlık, kaygı ve en sonunda pes etme olarak gösterebilir. Bu arada dip not olarak şunu vermem gerekir, bahsettiğim senaryolarda iki tarafın birbirini sevdiğini düşünüyoruz. Sadece birbirlerini seven ama gösterme şekillerinde farklılık gösteren iki insandan bahsediyoruz. Sevgiyi belli etmemek bir sevgi gösterme şekli değildir.

Devam etmek gerekirse, kişi kendine bir sevme biçimi geliştirmeli ve bunu karşı tarafa anlatmalı. Aynı zamanda bunda olabildiğince tutarlı olmalı ve karşı tarafın bunu anlaması ve uygun olup olmadığına karar vermesi için zaman vermeli. Bir örnekle pekiştirelim: sevgiyi parmak izine benzetebiliriz. İlişkinin kapısının açılması için bir de parmak izi okuyucusuna ihtiyacımız var. Bu okuyucu parmak izini iyi analiz edip, ona göre onay vermeli. İki tarafta aynı şekilde parmaklarını bastığında kapının açılması veya gerekliyse açılmaması gerekiyor.

Güven

Bana göre en az fazla konuşulan ama en az değer verilen kavram. Benim oluşturduğum bir güven tanımı şu şekilde: Sadece güvensiz bir durumda ortaya çıkan, geri kalan zamanlarda gerek olmayan bireylerin birlikte yaşaması için gerekli sosyal enstrüman.  Karışık mı? O zaman açıklayalım. Hiç kimse ilk tanıştığı insana otomatik olarak güvenmiyor hatta günümüz şartlarında tanıştığımız kişiye tarafsız değil ön yargılı bir güvensizlik mevcut. Ancak güven, en çok konuştuğumuz, gerek duyduğumuz şeylerden biri. Oluşturduğum tanımın içindeki paradoks da bundan kaynaklanıyor çünkü herkes birbirine güveniyor olsaydı güven diye bir şeyden bahsedemezdik. Doğal olarak benim güveni konuşmam için güvensiz bir ortamda olmam gerekiyor. Örnek vermek gerekirse, birbirine güven duyan iki insanın arasında güvenin zaten bir konu teşkil etmemesini bekleriz. Eğer ilişkilerimizde bu konuyu konuşuyorsak, hissediyorsak veya ima ediyorsak, aramızda bir güven sorunu mevcut olabilir.

Güven en zor kazanılan ve en kolay kaybedilen kavramlardan biri. Birine güvenmemiz için o insanın güvenimize ihanet etmeyeceğine emin olmamız gerekiyor. Diğer deyişle birine güvenebilmemiz için önce güvenmememiz için bir sebebimiz olmaması lazım. Güvenmenin bir ayrıcalık ve hediye olduğunu düşünüyorum. Kırıldığı zaman geri dönüşü olmayan bir hediye bu. İnsanlar güvenini kıran kişilere tekrar güvenemez diye bir şey söyleyemiyorum ama aynı şekilde güvenemez diyebilirim. En az saygı ve sevgi kadar önem göstermemiz gerekiyor.

***

Bakıldığında konuştuğumuz bu üç madde pasif değil aktif maddeler. Aktiften kasıt çaba harcadığımız ve bilinçli olarak çaba göstermemiz gereken kavramlar. Herkes kendi ilişkisinde aktif olmalı. Yani kişi karşısındakine saygı göstermeli, sevgi dilini belirlemeli ve anlamalı, güven kırmamalı... Bu istisnasız herkes için geçerli. Bunları gerçekleştirmeyen kişilerin düzgün bir ilişki oluşturabileceğini düşünmüyorum. Oturup birilerinin kendisi için uğraşmasını isteyen insanlar sonunda yalnızlığa mahkum olabilirler.

Buraya kadar ilişkiyi ilişki yapan temel maddelerden bahsettim ve kendimce açıkladım. Konuştuğumuz ikinci madde ocağı ısıtan ateş, yani ilişkiye gösterilen istek veya motivasyon. Bunu açıklamak için yukarıda bahsettiğimiz üç maddeye sorunsuz uyan birini düşünelim. Bu kişi çok saygılı olabilir, sevgi dilini oturtmuş ve karşı tarafla frekansını tutturmuş olabilir ve aynı zamanda güvenilir de olabilir. Ancak ilişkiyi devam ettirmeye (yani sıcak tutmaya) çalışmıyorsa o ilişkinin ilerlemesinin çok zor hatta imkansız olduğunu düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğim konular gibi kişinin tek başına yapması gereken bir şey değil bu. Ateşi yüksek tutmak, o ilişkide yer alan herkesin sorumluluğunda. Lakin bunun eksikliği diğer maddeler gibi kritik bir hata değil. Ateşi sönmüş ilişkiyi tekrar alevlendirmek mümkün. Bu da ancak karşılıklı istekle gerçekleşebilir.

En son bahsetmek istediğim nokta ise ocağa koyduğumuz malzemelerin yapmak istediğimiz yemeğe uygun olması. Günümüzün en büyük problemlerin arasında kişilerin ilişkiye yönelik beklentilerinin karşılanmamasından dolayı oluşan tatminsizlik olduğunu düşünüyorum. Hiç kimseden tarafını karşısına alıp, bir toplantı gibi isteklerini ve beklentilerini anlatmasını beklemiyorum ve bunun da doğru olduğunu düşünmüyorum. Bu bir süreç olmalı, zaten öyle de. Biz buna karşımızdakini tanımak diyoruz. Sadece insanlar diğerlerini hedef odaklı tanımaya çalışmıyorlar. Hedef olarak tanımak ne demek? Herkesin kendi içinde bam telleri bulunur, bazıları kızdırır, bazıları üzer, bazıları en derin yaraları taşır. Kişi karşısındaki insanın sinirli olduğu zaman, üzüldüğü zaman, hayal kırıklığı yaşadığı zaman, yenildiği zaman nasıl davrandığını gözlemlemeli. Bu tellere bilerek mi basılıyor, basılınca nasıl düzeltiliyor, herkes bunları gözlemlemeli. Bunu yapabilmek için en önce bizim ne istediğimizi bilmemiz gerekiyor. Benim karşı taraftan beklentilerim, kendimi ne kadar tanıdığımla uyumlu olmalı.

Kimse bizi çözmek, eğitmek, iyileştirmek, mutlu etmek zorunda değil. Bunlar için profesyonel insanlar var. Biz bir ilişkide sadece istediğimiz ve sosyal açıdan ihtiyacımız olduğu için bulunmamız gerekiyor. Mutluluğumuz da, üzüntümüz de bizim sorumluluğumuzda. Beklentilerimizi buna göre tanımlarsak ve yukarıda bahsedilen üç maddeyi unutmazsak önce kendi ilişkilerimizde daha sonra dolaylı olarak toplumumuzda gözle görülür iyileşmeler olacağını düşünüyorum.

Yazımın başında insanlığın ilişkilere gereğinden fazla değer verdiklerinden bahsetmiştim. Uzun bir yazı olduğu için bunu başka bir yazının konusu olarak bırakıyorum. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı yazmaktan çekinmeyin lütfen.

Hep mutlu olmanız dileğiyle.


Yorumlar