Beklentiler

Bugün insanlığın en büyük laneti ve en büyük nimeti hakkında konuşmak istiyorum. Öyle bir şey ki bu, bizim akıl sağlığımızı bozan bir yanı olduğu gibi, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin de sebeplerinden biri.

Bakın bu girizgahla ne yaptım? Sizi bir beklentiye soktum. Sanki hayatın sırrını verecekmişim gibi bir algı oluşturdum sizde. Böylelikle okuyucu, merak içerisinde yazının devamını okumak içim sabırsızlanacak. Peki ya ben bu yazının sonunda okuyucunun istediğini, yani beklediğini veremezsem? O zaman da hayal kırıklığına uğrayacak.

Çok önemli bir konudan bahsetmeyeceğim, yazdıklarım da sizi tatmin etmeyebilir. Bu kaliteli bir eser olmayabilir. Beklentinizi azaltmak uğruna bu yazıyı okuyacak insan sayısını riske attım. İkilemi görüyorsunuz değil mi? Hayatımızda yaşadığımız bu hiç bitmeyen kumarı? Ya insanları hayal kırıklığına uğratmak pahasına büyük beklentiler oluşturup yazımı okutacağım ya da bir kaç kişi okuyacak beni ama onları da üzmeyeceğim.

Lanet olası beklentiler.

Eğer bu konuyu abarttığımı düşünüyorsanız reklamcılık sektörüne bakabilirsiniz. Koskocaman bir sektör insanların bir ürünü tanıması ve beklentilerini arttırması için kurulmuş. İnanılmaz paralar harcanıyor bu amaç için. Kimse "bu ürünü yeni çıkardık, işte gidip alabilirsiniz" demiyor, "şu ana kadar görmüş olduğunuz her şeyi unutun, böyle bir şey görmediniz, şaheser" gibi söylemlerle bizi o ürünle ilgili, daha ürünü denemeden fikir sahibi olmaya zorluyor. Buraya harcanılan para ile gerçekten kaliteli bir ürün veya insanlığa yararlı bir şey yapılsa daha iyi olmaz mı? Belki de olmaz, belki de olacak. Başta bahsettiğim teknolojik ve bilimsel gelişmelerde beklentilerin rolü burada devreye giriyor. Şöyle açıklayabiliriz: Öncelikle şu zaman kadar yapılmış olan icatları düşünelim. Bu icatlar ya bizim bir işi daha hızlı ve zahmetsiz yapmamızı sağlamak için veya mevcut bir problemi ortadan kaldırmak için yapıldı. Ancak sorunlarımızın ve açgözlülüğümüzün sonu yok. Bir ürün icat ediliyor veya geliştiriliyor. Bu yeni ürünün mevcutta bulunandan daha iyi olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Her yapılan reklam beklentilerimizi biraz daha arttırıyor. Ancak ürün dedikleri kadar zevk vermedi/hayatımı kolaylaştırmadı/işime yaramadı. Beklentimiz o kadar yüksek ki, ne kadar hayal kırıklığına uğrarsak uğrayalım, aklımıza ilk gelen şey şu oluyor: Peki ya benim istediğim gibi bir ürün yapılabilirse? Böylelikle ilerleme hiç durmuyor. Nereye kadar gider böyle, bilinmez. Büyük ihtimalle açgözlülüğümüz bizi yok edinceye kadar devam edecek ama son ana kadar beklentilerimiz hiç azalmayacak.

Şu ana kadar bahsettiklerimi beklentilerin nimeti olarak sayabiliriz. Şimdi konuyu çevirip, biraz da laneti olarak gördüğüm kısımlarından bahsedelim. Bu konuda gözlemlediğim iki temel konu var. Önce ilişkilerdeki beklentilere bakalım. Özellikle romantik ilişkilere. Ben bu konuya oldukça sert bir giriş yaparak, artık aşk diye bir şeyin kalmadığını seri üretim ilişkilere kaldığımızı söylüyorum. Kimse gerçekten sevmiyor artık karşısındakini, bunun yerine kendi zihninde kurmuş olduğu ideal eş modeline en uygun kişiyi seçip, ilerleyen zamanlarda kendine göre törpüleyip artık karşısındakinin sınırlarına göre, onu bir şekle sokmaya çalışıyor. İlişkilere yönelik beklentilerimiz o kadar fazla ki, artık ilişkinin kendisini sevmeye başlıyoruz, karşımızdaki bir figürana dönüşüyor. Seri üretim ilişki derken şunu kastediyorum: Biz artık içimizden geldiği gibi değil, bize gösterilen gibi seviyoruz. Her ilişkinin dinamikleri üç aşağı beş yukarı aynı. Aynı kurallar, aynı problemler ve aynı tarzlar... Televizyonlarda, filmlerde gösterilen ilişkilerden bahsediyorum. Gerçeklikten uzak, sürdürülebilir olmayan ilişkileri kendi hayatlarımıza baz alarak hayatlarımızı mahvediyoruz. İzlediğimiz her ilişkinin yapay olduğunu unutuyoruz ve bu bizde gerçek beklentiler oluşturuyor. Bu günümüzün meselesi değil bu arada, teknolojinin ilerlemesi ile başlayan bir olay değil. Eski türkülere ve şarkılara bakalım. Her birisi bir aşkı anlatıyor, nasıl zor olduğunu, imkansız olduğunu, nasıl büyük sevdiklerini ve üzüldüklerini... Bunlar bir beklenti oluşturuyor insan üzerinde. Dediğim gibi her beklenti, bir düşünce oluşturuyor ve biz karşımızdaki insanı bu beklentiler üzerine seçmek istiyoruz. Ancak kimse akıl okuyamıyor bu yüzden karşımızdakini fiziksel özellikleri veya yüzeysel davranışlarıyla seçiyoruz. Bizim istediklerimizden farklı bir davranış gösterdikleri durumlarda, bu davranışları benimsemek yerine değiştirmeyi tercih ediyoruz. Bu değişiklikleri de tamamen kendi beklentilerimiz üzere yapıyoruz.

Şimdi sizin iyi düşünmenizi istiyorum, partnerinizin sizden istediklerini düşünün. Bu isteklerini nasıl söylediği hiç önemli değil, isterse sizi gizlice manipüle etsin, isterse dobra dobra söylesin, bu istenilenler size ne kadar uyuyordu? İstediniz mi bunları yapmayı yoksa kaybetme korkusu mu vardı? Gerçekten şunu merak ediyorum: siz eksik miydiniz ki sizin değişmeye ihtiyacınız olsun?  Beni değiştirmeye çalışan insanın bu değişimi neden istediği konusunda gerçekten ama gerçekten dürüst olması gerekiyor. Gerekiyor ki ben de bunun bana uygun olup olmadığına karar vereyim. Kimse kimsenin beklentisini karşılamak zorunda değil. Kalıplar, düşünceler ve ön yargılar gibi beklentiler de şahsidir ve aktif bir şekilde başkalarına empoze edilmemelidir. Kişileri kişi yapan özellikleri sevmiyorsak bunları değiştirmek yerine istediğimiz özelliklere sahip bir kişi bulmalıyız. Dünya üzerinde altı milyar insan var, belki aralarından biri bize uyuyordur. Uymuyorsa bir zahmet beklentilerimizi düşürmeyi deneyelim mi?

Akıl sağlığımızı çok zorlayan bu durumu hallettik diyelim. O zaman beklentilerin ikinci lanetinden bahsedebiliriz: Hayata karşı beklentilerimiz. Doğal olarak hepimizin hayattan bir beklentisi var ve yaptığımız davranışların bu yönde olmasına dikkat ediyoruz. Biz buna hedef diyelim. Hedeflerimiz doğrultusunda hareket ediyoruz. Bir potansiyelimiz olduğunu düşünüyoruz. Peki ya yoksa? Kafamızda kurduğumuz hayat ile yapabileceklerimiz arasındaki uçurum tırmanabileceğimizden daha büyükse ne yapacağız? Kendimize yakıştırdığımız sıfatlar, dolayısıyla beklentiler gerçekleşmezse ne yapacağız? Bu durumda karşımıza iki yol çıkıyor: Biri bu yeni durumu kabul edip hedeflerimizi güncellemek veya hedeflerimizden vazgeçmeyi kendimize yedirememek, dolayısı ile başarılı olamamak. Birincisini seçersek bir şekilde hedeflerimize ulaşmamız mümkün. İkincisini seçersek, hedeflere ulaşamadığımız gibi neden ulaşamadığımızı bilsek bile sorunu görmezden geldiğimiz için vahşi bir döngüye giriyoruz. Çevremizde kendimizden başka suçlayabileceğimiz kimse kalmayıncaya kadar herkesi suçluyoruz. En sonunda belki boş veriyoruz, belki de vermiyoruz. Sonuç olarak beklentilerimize ulaşamayacağımız kadar uzaklaştığımızda elimizde kalan sinirlenmek oluyor.

Kendimize bu kadar yüklenmeyelim, bu beklentileri kendimiz oluşturmuyoruz çoğu zaman. Çevremizin bizden beklentileri de bu duruma sebep olabiliyor. Sebebi ne olursa olsun beklentilerin çok tehlikeli sonuçları olduğu ortada. Şimdi bu kadar konuşup buna çözüm sunamazsam halim nicedir? Ancak bu konuda söyleyebileceğim hiçbir şey yok. Bu virüs gibi zihnimizi ele geçiren düşünceleri engellemek mümkün değil ama savaşabiliriz. Hem ilişkilerimizde hem de hayatımızda. İlişkilerimizde karşımızdakini olduğu gibi kabul edebiliriz, hayatımızda da kendimizi sürekli kontrol edip, hedeflerimizi güncelleyebiliriz.

Beklentilerine ulaşan insanlar yok mudur, tabii ki vardır. Onları buradan saygıyla selamlıyorum, eminim ki çok mutludurlar. Gerçi dünyanın bu haline baktıkça, dipsiz bir kuyuda nasıl ulaştıklarını merak ettiğim beklentileri inşallah onları sonra üzmez. Siz ne düşünüyorsunuz? Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin.

Kalın sağlıcakla.

Yorumlar