Öykü - Dilenci

Sabah saatleri. Mesai başlamak üzere. İnsanlar yollara dökülmüş. Bir sokaktayız. Taşıt trafiğine kapalı bir sokak burası. Yerler parke taşıyla kaplı. Hani şu desenli olanlardan. "Karo" deseni var üzerinde. "Kupa, maça, sinek ve karo" dörtlüsündeki karodan bahsediyorum. Aksi gibi desen bir de kırmızı. Tam benziyor yani. Yol boyunca üç taş aralıklı devam ediyor bu desenler. Kaldırım yok ama kaldırımı temsil eden su yolları var. Yağmur suları oradan aksın da gitsin diye yapılan içe bombeli yapılar.

Normal bir sokak burası. Gerçekten. Yoğun ama normal bir sokak. Sıra sıra dükkanlar var sokak boyunca. Tekel, butik, bir tane daha butik, bir kafe, eczane, çiğ köfteci, tekel, telefoncu... böyle gidiyor. Ortasında bir de cami var.

Dediğim gibi, tercih edilen bir yer burası. Sürekli birileri geçiyor, yeni yüzler. Bir yüzü bir daha göremezsin. Görsen de hatırlayamazsın. Dur durak bilmeden geçen insan sürüsü...

Her mahallenin en az bir delisi olduğu gibi, her sokağın da bir dilencisi olur. Bu sokağın da bir dilencisi var. Dilenci mi daha eski, sokak mı bunu bilen yok. Oranın en kıdemli esnafı bile onsuz sokak zamanlarını hatırlamıyor. Dilenci sokağa değil de, sokak dilenciye gelmiş gibi. Öyle eski. Banka ile kırtasiye arasındaki boşlukta oturur. Duvar aslında bankaya bağlı ama atıl. Gel gelelim banka yetkilileri dilenciyi oradan kaldırabilir ama kaldırmaz. Kimsenin aklına gelmemiştir bu.

Dilencilerin ortak özelliklerinden biri göz önünde görünmez olmaktır. Bizim bu dilenci de farklı değil. Sokağın sakinleri hariç yoldan geçen birine sorsan kimse orada olduğunu bilmez, fark etmez. Kalkıp gittiğini veya sokakta yürüdüğünü kimse görmemiştir. Sokağa ilk gelen de onu yerinde görür, son giden de. Gitse bile nereye gider, bilinmez.

Adı sanı bilinmeyen dilencimizin altında eski püskü bir şalvar, üstünde beyaz bir gömlek ve gri bir kazak var. Kazak delik deşik. Yaz kış aynı kıyafetleri giyer dilenci. Evi olduğu şüpheli ama kokmaz. Bizim bu dilenci hiç kokmaz, kimseyi rahatsız etmez, konuşmaz, yemek yediği görülmez, neredeyse hareket etmez.

Aslında kimse gözlemlemedi dilenciyi şu ana kadar, kimse incelemedi. Kimsenin dikkatini çekmedi. Dikkat çekmezsen eğer dikkat kesilmen daha kolay olur. Dilenci dikkat ediyor, geçen herkesin suratına bakıyor.

Herkesin.

Kimseyi unutmuyor dilenci. O sokağa yolu düşen, geçmiş olan, yerlisi, yabancısı herkesi tanıyor. Herkesi biliyor.

Mesela Akif Bey. Yetmiş yaşını aşkın Akif Bey, bastonu yardımıyla attığı yavaş ve kısa adımlarla baba yadigarı dükkanına gidiyor, baba yadigarı mesleğini yapacak. Saatçidir Akif Bey, işinde de iyidir. Cümle alem bilir Akif Bey'in saatlerin üzerindeki marifetlerini. Gençliğinde daha iyiydi tabi, o zaman gözleri daha iyi görüyordu, elleri bu kadar titremiyordu. Zaman denilen bu meretin ömrü boyunca yardımcısı olmuştu ama heyhat, zaman onu bile arkasından vurmuştu. Şimdi her adımı saniyeden daha uzun sürüyordu.

"Karıncayı bile incitmemiştir" der herkes Akif Bey için. Ne kadar iyi, kibar ve naif olduğundan bahsederler. Dilenci bunun doğru olmadığını biliyor. Bu yaşlı adamın attığı her adımın bıraktığı izleri görüyor, ellerinden damlayan kanın sokakta bıraktığı izleri takip ediyor. Akif Bey'in bir katil olduğundan sadece dilenci haberdar. Yıllar önce bir gece vakti, alkollü bir eğlencenin ardından arabasıyla çarptığı baba oğlun kanı bu. Arkasına bile bakmadan kaçmıştı olay yerinden. Onlara ne olduğunu bilmiyor ama her sabah onların yüzlerine bakıyor çünkü her yerdeler, sokağın başında, dükkanın köşesinde... Akif Bey bu yüzden başı aşağıda yürüyor. Görmemek için. Dilenci görüyor.

Akif Bey dükkanına girdi, saat de öğlene doğru geliyor. Ezan okunur birazdan. Sokağın yegane camisi, Dar Mescit, adına yakışır şekilde küçük. Vakit namazlarında çok dolu olmasa da cuma günleri cemaat dışarı taşıyor. Birazdan caminin müdavimleri gelir. Beklenildiği gibi sokağın diğer tarafından eski matematik öğretmeni İshak Hoca görünüyor, arkasında birleştirdiği ellerini bir tek selam vermek için ayırıyor. Sağ elini kalbi tarafına doğru götürerek esnafı selamlıyor. Artık yaşlanmış olan İshak Hoca ciddi bir adam, sürekli kaşları çatık ve sinirli. Hızlı hızlı ilerliyor camiye doğru. Arkasında peşi sıra gelen kırmızı oyuncak araba ise bir iple bileğine bağlı. Araba kimsenin dikkatini çekmiyor, kimse arabayı görmüyor gibi. Dilenci hariç, o görüyor. Arabayı ve arabanın asıl sahibini...

İshak Hoca, sert ve disiplinli bir adam. Yazın tatile giren çocuklara ders veriyor. Mahalleli biliyor çocukları dövdüğünü ama işi gereği bir şey diyemiyorlar. Zaten kendileri de dayak yemedi mi kendi hocalarından? Bu şekilde oluyor bu işler, önemli olan öğrenmeleri. Her çocuk biraz nasibini alıyor dayaktan, Ömer hariç. Ömer çok farklı bir çocuk, dünyalar güzeli gözleri, ufacık burnu var. Diğer akranlarından daha zayıf ve sessiz. Kimseyle konuşmuyor, bir arabası var sadece. Kırmızı spor bir oyunca araba. Halasıgiller Almanyalardan getirmiş. Bir tek onunla oynuyor, ucuna bağladığı iple bir o yana bir bu yana çekiştiriyor arabasını. Üç yıl öncesi bu zamandan. O yaz da artık yaşı gelmiş, babası eksik kalmasın diye, yazı boş geçirmesin diye camiye yollamış. Ömer'e ayrı ilgisi var İshak Hocanın, en başından beri devamlı yanında oturtuyor, bazen elini omzuna atıyor, öpüyor, kokluyor... Bir dersin sonunda, bütün çocukları gönderip Ömer'e özel ders vermek amacıyla evine çağırıyor. Sonrası ise... Ömer bir daha oynayamıyor kırmızı arabasıyla.

Bir yıl sonra Ömer'in cenazesi kalkıyor aynı camiden. Camdan düşmüş diyor cemaat ama biliyor ki dilenci, dayanamadı Ömer. Cenaze namazında en önde İshak Hoca duruyor. Bileğine bağlı ve kimsenin görmediği kırmızı oyuncak arabayla.

Akşam olmak üzere, ortalık sessizleşir artık biraz. Dilencinin çaprazındaki restorandan Cem ve Ceren çıkıyor. Ev yemekleri yapıyor bu genç çift. Konsept klasik ama modern bir şekilde düzenlemişler dükkanlarını. İşleri iyi, hatta reklam bile vermeye başladılar. Restoranın önündeki masalar toplanırken, dükkandan bir koku yayılıyor.. Pis bir koku bu ve Dilencinin genzini yakıyor. Kimse bundan rahatsız değil, çünkü kimse içeriden gelen kokunun farkında değil. Dilenci bu kokuyu tanıyor. Çürük kokusu bu, çürük et, meyve, sebze... Dünya üzerinde çürük olan ne varsa, kokusu Cem ve Ceren'in dükkanından geliyor.

Kimse bilmiyor ama dilenci biliyor. Koku iki yıl belki iki buçuk yıl önce gelmeye başladı. İşleri hiç iyi değildi bu çiftimizin, yanlış anlaşılmasın, gene doluydu dükkan ama işte ticaret bu, gelir gideri ayarlayamıyorlardı. İşte o zaman gelmişti akıllarına, masrafları kısacaklardı. Önce yemeğe koydukları malzemelerin kalitesini düşürdüler, tadı bozulmasın diye sağlığa zararlı maddeler koymaktan çekinmediler. Bunlar yetmediği gibi, porsiyonlarda hile yaptılar, bazen hesabı şişirdiler. Koku bu yeni iş modelini benimsedikten sonra oluşmaya başladı işte. Cem ve Ceren günün hasılatını toplayarak, son model arabalarına binip evlerine gidiyorlar. Kendilerinin asla dokunmayacağı, çocuklarına kesinlikle yedirmeyecekleri yemeklerinden tabi ki götürmüyorlar. Pişmanlık ve vicdan unutulmuş kavramlar. Dilenci arkalarından bakarken, bıraktıkları pisliği görebiliyor.

Gece oldu artık, kimseler olmaz sokakta. Sadece bir kaç sokak köpeği, sokak çocuğu, geç saatlerde açık yemek yiyecek mekan arayan sarhoşlar ve tekel. Bu manzaraya uymayan biri giriyor sokaktan. İri yapılı, yakışıklı bir adam. Saçlarını arkaya yatırmış, sakallarını sinek kaydı kesmiş. Takim elbiseli bu adam ya bir asker olabilir veya holding sahibi. Sokağı emin adımlarla arşınlıyor, kimse dönüp de bakmıyor bu adama. Adam da kimseye ilgi göstermeden hızlıca hedefine doğru gidiyor. Dilencinin önünde duruyor, ellerini önünde birleştirip başını eğiyor.

Zaman duruyor bir anda. Sokak çocukları olduğu yerde sabit, tekelin kepenkleri yarıda kalmış, sanki inmiyor da çıkmıyor da."Geldin mi C.?" diyor dilenci. C. ses çıkarmıyor, dilenci yavaş ama zorlanmadan ayağa kalkıyor. "Hadi gidelim"

"Aradığınızı buldunuz mu?" diye soruyor C. denilen adam.

Dilini dişlerine çarptırarak "Cık" sesi çıkartıyor dilenci. Aniden duruyor, diğeri de öyle. "Buradan gitme vakti geldi" diyor nefesini acıyla verirken, "bir daha dönmemek üzere." Dilenci önde, diğeri arkada sokağın sonuna kadar konuşmadan yürüyorlar. Sokaktan çıktıkları an, zaman kaldığı yerden devam ediyor.

Kimse bir daha görmüyor dilenciyi, kimse hatırlamıyor da. Sanki hiç olmamış gibi devam ediyorlar hayatlarına, her zamanki gibi... 








Yorumlar