Tanrı İnancı ve Sorularım

İlk yazımı görece tartışmalı bir konudan seçmek kasıtlı yaptığım bir şey değil. Uzun süreden beri kafamı kurcalayan, aslında inanan inanmayan herkesin kafasını kurcalaması gereken bir konu bu. Hiç kimse Tanrı inancıyla dünyaya gelmiyor, bazısı hiç buna sahip olmadan büyüyor. Bazıları sonradan buluyor, bazıları inanmayı bırakıyor. Kendi inandığı dini bilinçli bir şekilde benimsemiş, eğitimli ve aklı başında Müslüman bir anne babanın çocuğu olarak bulunuyorum karşınızda. Kendimi bir dine ait hissetmemekle birlikte, bunun sebepleri çeşitli olmakla beraber en güçlü olanından bahsetmek istiyorum.

Düşünce zincirimi anlatmama izin verin.


İnsanın neden dünyaya gönderildiğini düşünmekle başladım. Bu sorunun cevabı en amiyane tabiriyle bir sınav için olabilirdi. Bu anlaşılabilir, sonuçta Tanrı olmak kullarını test etmeyi gerektirebilir. Her sınav gibi bu sınavında iki sonucu olabilirdi, kazanmak yada kaybetmek. Yani cennet veya cehennem. İlk kafa karışıklığımın sebebi bu sınavın önceden belirlenmiş sonuçlara göre olduğu. Çünkü Tanrı, özellikle tek Tanrılı dinlerden bahsediyorsak, zamandan ve mekandan bağımsız olduğu için yapılacak olan sınavın hem cevaplarını hem de kimin hangi cevabı vereceğini biliyor olmalı. Bu, iman açısından bir sorun teşkil etmeyebilir. Kişi hareketlerinin daha önce belirlenmesini ve soru sorulmadan notunu bilen bir hocasının olmasını dert etmeyebilir. Edenler için devam edelim. Burada yapılan argümanların neredeyse tamamı özgür irade konusunda birleşiyor. Özgür irade konusu şu şekilde açıklanabilir: kişinin, her ne kadar ne seçeceği bilinse de, yapacağı seçimlerin sorumluluğu kendinde. Kişinin önünde tek bir seçenek yok. Lakin ne seçeceğin önceden belirli. Bu şekilde bakıldığında aslında özgür olduğun ne seçtiğin değil seçimin kendisi. Yani seçebilmek bir illüzyon olarak gözüküyor. Sonuçta seçeneğinin olması nihai sonucu değiştirmiyor.


Tanrının konumu, en azından İslam dini için, karınca çiftliğini (bilmeyenler için bkz. karınca çiftliği) izleyen biri gibi olmadığı açık. Pasif değil etkin bir şekilde hayatımızın kontrolü elinde. Kimin cennete kimin cehenneme gideceğini belirliyor, en büyük günahları bile affedebiliyor, gazabı ve şefkati devamlı üzerimizde ve sürekli bizi izliyor. Dolayısıyla, eğer durum böyleyse yani kendi yaşamımız üzerinde söz sahibi değilsek, akla gelen ilk sorulardan biri neden gönderildik olabilir. Bu sorunun cevabı için kitaplar yazıldığı için "Bakın cevabı bende" diyecek kadar densiz değilim. Dediğim gibi sadece aklımdaki soruların cevabını arıyorum. Devam edelim, önce şunu cevaplamalıyız, insanın yaratılmasının sebebi nedir? Zariyat suresi 56. ayette "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." denir. Bu yoruma açık bir ayet değil. Amacımız gayet açık ve net. Bunu takip eden soru ise, Tanrının neden bizim kulluğumuza ihtiyaç duyduğuyla ilgili olabilir. Buna ihtiyaç diyorum çünkü insanın aynı zamanda görevleri de var. İman etmek tek başına bir işe yaramıyor, buna şükür etmen de gerekiyor. Bu da Tanrının insanı yaratmakla karşılıklı bir ilişki başlattığını da gösteriyor. 


Bir şirket düşünün. Bu şirket hizmet satıyor ve her ay abonelik ücreti talep ediyor. Sizi otomatik olarak, sormadan ürününe kayıt ettiriyor ve sizden ücreti almaya başlıyor. Artı olarak ürünün bazı kuralları var. Kafanıza göre kullanamıyorsunuz. Ürünü istemiyorum diyemiyorsunuz, abonelikten çıkmak yasak. Yasal olarak cezası hapis. Ücret ödemezseniz, cezası hapis. İstediğinizi yaparsanız, evet bildiniz: hapis. Her ay ödediğin bu ücret ürünü kullanan üyelerin bazıları tarafından lütuf olarak değerlendiriliyor. Hatta şirketin pazarlama bölümü de bu verilen ücretin ve kuralların şirket için değil kişilerin kendisi için olduğu konusunda reklamlar yapıyor. Müşteriler hem bu sistemden çıkamıyor hem de sistemin içinde oldukları için kendileriyle gurur duymalılar. 


Bu analoji, eksik ve gedikleriyle benim din konusundaki düşüncelerimi yansıtmakta. Dolayısıyla, Tanrının insanı yaratması karşılıksız değil. İnsanın iman ve ibadeti karşılığında sonsuz mutluluk veya azap. Peki buradaki amaç ne? Hayatın amacıyla karıştırmamak için tekrar sorayım, Tanrının bu yolculuktaki çıkarı ne? Evet, kulluk etmek için gönderildik, evet ibadet etmezsek ne işe yarıyoruz... ama neden? Benim için zincir burada kopmakta. Senaryom şu şekilde: Tanrı olduğumuzu düşünelim. Emrimizde bir sürü melek var ve kayıtsız şartsız, sorgusuz sualsiz bize iman ediyorlar. Ancak bu bize yetmiyor, biz bize karşı çıkabilecek, bize inkar edebilecek bir canlı yaratıyoruz ve onu dünyaya gönderiyoruz. Bu da yetmiyor, insanların aklını çelebilecek bir de şeytanı yaratıyoruz ki, inkar etmeleri kolaylaşsın. Ben, bir beşir olarak yani kısıtlı zekamla diyorum ki, bu kendine meydan okuma değil midir? Neden sonsuz güçteki bir yaratıcı gücünün sorgulanmasını istesin, neden aciz yaratıklar yaratıp inkar edilince onları cezalandırsın. İnkar etme potansiyeli oluşturup daha sonra bundan dolayı ceza yemek, kusursuz ve sonsuz yaratıcı imajına ters geliyor bana göre. Bu daha çok beşeri bir hareket, daha spesifik olursam, kibir olarak geliyor. Tıpkı her suçlunun suç mahalline geri dönmesi gibi, yüceliğinin kanıtlanmasına ihtiyaç duymak kibrin dolayısıyla insan olmanın gerekliliklerinden biri değil midir? Sonuç olarak Tanrının insanı değil, insanın Tanrıyı yaratmış olduğu sonucuna varıyorum. Çünkü o kusurlu ve kusurlu olan insandır. 


Örnekler çoğaltılabilir. Bu benim kurduğum kendime göre en mantıklı soru. İnanmayı çok istiyorum. Şahsi düşüncem, düzgün işlendiğinde Tanrı inancı hem zihin sağlığı hem de iyi bir insan olabilmek için çok yararlı. Tek şart değil ama büyük bir yere sahip. Lakin bu ve bunun gibi sorular yüzünden kendimi bırakamıyorum. Çünkü bildiğiniz gibi inanmak biraz da bırakmaktır. Eğer bir yaratıcı varsa ve bu yazdıklarım ve düşündüklerim sorgu sırasında sorulursa, ne idiysem o oldum diyeceğim. Son karara boynumuz kıldan ince. 


Siz ne düşünüyorsunuz? Eğer sorularımın cevabı sizde varsa paylaşmaktan çekinmeyin lütfen. Sizin de aynı sorularınız mevcutsa dinlemek isterim. 


Kalın sağlıcakla.

Yorumlar